İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafınca “Fert ve cemaat Hayatında İman” başlığıyla çevrim içi düzenlenen 12. internasyonal Bediüzzaman Sempozyumu’nun açılış konuşmasını icra eden Erbaş, imanın insana kimlik kazandıran, yaratılış gayesini ve sorumluluklarını hatırlatan, onu özgürleştiren büyük bir nimet bulunduğunu söylemiş oldu.

 

“İman, insanı tanrı’ın rahmet deryasına daldıran, lütfuna mazhar kılan ve en doğru olana yönelten ilâhî bir rehberdir.” diyen Erbaş, şu şekilde devam etti:

 

“Rabbimiz bu hakikati Nisa Suresi’nin şu ayetiyle bizlere beyan eder. ‘tanrı’a inanç edip O’na sımsıkı sarılanlara erişince, tanrı onları, kendinden bir rahmet ve lütuf içine daldıracak ve onları kendine ulaştıran dosdoğru bir yola iletecektir. Yüreklerinde tevhide inanç edenler hayatlarında vahdeti yaşamalıdır. Kur’an-ı Kerim ve onu bizlere ulaştıran sevgili Peygamberimiz, aynı inanca haiz müminlerin birlik beraberlik içinde tanrı’a yönelmelerini, O’na karşı sorumluluklarının gereğini hakkıyla yerine getirmelerini, birbirlerini kardeş görmelerini ve birbirlerine kardeşçe yaklaşmalarını ister. Birliği, kardeşliği ve dayanışmayı zayıflatacak her türlü düşünce ve davranıştan da kaçınmayı emreder. Tarihin teyit etmiş olduğu bir hakikattir ki vahdette rahatlık ve rahmet, tefrikada ise yıkım ve musibet vardır. Onun için rabbimiz müminleri, ‘Hep birlikte tanrı’ın ipine sımsıkı sarılın. Bölünüp parçalanmayın’ diye uyarı eder.”

 

Erbaş, İslam’ın en temel gayesinin, erdemli kişi ve faziletli cemaat inşa etmek bulunduğunun altını çizerek, “Bu idealin öncüsü elbet tanrı’a ve Rasulüne inanç edenler olacaktır. Nitekim inanç, güvenilir bir kişi ve emniyetli bir cemaat inşa eder. Bu yüzden, yeryüzünde adaleti, merhameti ve güzel ahlakı ikame edecek bir uygarlık inşa etmenin sorumluluğu, müminlerin omuzlarındadır.” diye konuştu.

 

İnsanlığın güven bunalımı yaşadığını dile getiren Erbaş, şunları kaydetti:

 

“Emanet, gözetilmesi ve korunması istenen maddi ve içsel tüm değerlerdir. İçinde yaşadığımız âlem ve ondaki tüm varlıklar tanrı’ın kullarına birer emanetidir. İman, bu değerlere haiz çıkmak adına tanrı ile yapılmış bir ahittir. Mümin ise bu ahde sadakat gösteren ve ahdin gereklerini hakkıyla yerine getiren kişidir. Dolayısıyla bugün, inanç ve emanet bilincini taşıyan müminlere düşen vazife; içinde yaşadığımız bunalımlar çağlarında güzel ahlakı, merhameti ve adaleti insanlıkla tekrardan buluşturmaktır. Bu doğrultuda en mühim husus ise fertleri ve toplumları esir alan, onları atalete sevk eden ve bulaşıcı bir hastalık olan yeisten sakınmaktır. Gerek İslam dünyasının gerekse insanlığın içinde bulunmuş olduğu zor durumlardan dolayı asla ümitsizliğe kapılmaksızın, daha güzel bir gelecek için imanla, sabırla ve sebatla çalışabilmektir.”

 

İmanın önemsenmediği, ilmin ötelendiği ve taklitçiliğin egemen olduğu toplumlarda ilerlemenin mümkün olamayacağını kaydeden Erbaş, “Bu gerçeği oldukça iyi gören Saidi Nursi, bütüncül bir eğitim anlayışı ile dini ilimlerle pozitif ilimlerin birlikteliğine vurgu yapmıştır. O, tabiatı ve eşyayı anlamaya sevk eden ayetleri tefsir etmek suretiyle tahkiki imanın gönüllerde yerleşmesi için çaba sarf etmiştir. Bununla birlikte geri kalmışlığın aslolan sebebinin hakikatten uzaklaşmak olduğu üstünde durmuştur.” ifadelerini kullandı.

 

Erbaş, dünyada süratli bir değişim ve dönüşümün olduğuna işaret ederek, şunları söylemiş oldu:

 

“Bu değişimin insanoğlu ve bilhassa gençler üstündeki tesirini doğru saptamak son aşama önemlidir. Genç kuşakların zihin ve gönül dünyasındaki sorulara ve karşılaştıkları problemlerine ilaç olacak, gereksinim ve beklentilerine yanıt verecek bir yöntem ve sistem geliştirmek için hep birlikte özveriyle çalışmak zorundayız. bu aşamada İslam’ın temel kıymeti olan inanç terimi, dikkatsizlik edilemez öneme haizdir. Sağlam bir kişiliğin oluşumunda, güzel ahlakın yaşanmasında, insani ilişkilerin güçlü kılınmasında, güven toplumunun tesisinde, sulh ve adaletin egemen olmasında en güçlü etken imandır. Dolayısıyla bugün gençliğin inanç bilincini güçlendirmek ve inanç dünyasını doğru bilgiyle donatmak ve bu hususta onları zaafa sürükleyen etkenlere karşı önlemler almak, hepimizin ideali olmalıdır.”

 

küçüklere ve gençlere bir şeyi anlatmanın ve onlara rehberlik etmenin en etkili yolunun yaşayarak örnek olmak olduğuna vurgu icra eden Prof. Dr. Erbaş, sözlerini şu şekilde tamamladı:

 

“bu aşamada tanrı Resulü biz için en güzel örnek ve en büyük rehberdir. Onun rehberliği, imanından neşet eden güzellikleri yaşanmış olan hayata dönüştürerek insanlara göstermesidir. O (s.a.s.), muhtaç olana ikram ve ihsanda bulunmuş, yetimi himaye etmiş, mazluma haiz çıkmış, imkânı olmayana kol kanat germiştir. biz de tanrı resulünün hayatından aldığımız ilhamla inanç toplumunun tesisi ve tahkimi adına tüm imkanlarımızla çalışmalı, paylaşmalı ve dayanışma ahlakımızı güçlendirmeliyiz. Zira bu yöntem imanı insanla buluşturmada en samimi ve etkili yöntemdir. Medeniyetimizin ve tarihimizin aksiyon insanlarına baktığımızda da bu gerçeği merkeze alan bir inanç mücadelesi verdiklerini görmekteyiz. Bu duygu ve düşüncelerle, sempozyumun istifadeye medar olmasını temenni ediyorum. En kıymetli sermayemiz olan imanımızı yaşamımıza başat kılmamızı sağlayacak bir irade bahşetmesini ve bizleri her yönüyle rızasına uygun bir yaşam yaşamaya muvaffak kılmasını Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyorum.”